Ana içeriğe atla

DÜKKÂN MEKTUPLARI-31 / H. Ahmet ERALP



Tercümanın Saçlarına Şerh Denemesi

Tercümanlarınızdan tek şair olanı, saçları değirmende ağıranı, eli mızrap tutup onu da tambur tellerine vuranı, Nahırönü’nün tek Ferhat’ı, “İhtiyar bakışlarımın müsebbibi ağır taşlardır” demiş.

Bu dizeler bin yıllık hakikati çağrıştırıyor değil mi Ahmet abi. Ferhat deyince akla önce dağların heybeti sonra da taşların sesi gelmez mi? Çeliğin taşlara her değişinde kıvılcım olup aydınlattığı yalan dünya, sonra taştan daha katı kalplere yönelip her vuruşunda kıvılcımsız çarpışmalara sahne olan mahzun dağlar. Ferhat’ın serencamı değirmende devam ediyor Ahmet abi. İnsanlık ne ağaran saçları ne de ihtiyar bakışları anlamadı. Dağlar delindikçe saçları ağardı Ferhat’ın, kayalar koptukça kıvılcım kıvılcım bakışları ihtiyarladı. Şimdi kayalarda kaybolup değirmende raks ediyor.  Gönlünü eritip çeliğe akıtan, taşlara vurdukça cümle gönüllerden ses bekleyen ama tek bir nefes işitmeyen Ferhat, şimdilerde derdini buğdaylara anlatıyor. O döndükçe buğdaylar eriyor, buğdaylar eridikçe o dönüyor. Bu gönlün yankılarıyla eriyen  dağları göremeyen insanlık şimdilerde durmaksızın dönüp erittiği derdinin ekmeğini yiyor. Talih değişmeyecek belki de, insanoğlu ne eriyeni ne de yediği ekmeği görmeyecek.
     
Ferhat’ın parmakları nasır tuttu Ahmet abi. Hâtıraların çuvallandığı hangarlarda ter döküyor şimdi. Gönülleri düğümlenen kalabalıkların çuvallarıyla meşgulken yine yılmıyor. Her bir çuvalı tekrar tekrar sırtlayıp yüksek yerlere taşıyor. Gökyüzüyle buluşturup âlemi seyrettiriyor ama nafile, gözler kapalı gönüller düğümlü bugünlerde. Hatıralarını müsvedde çuvallara layık görenler düğüm attıkları kayışları en kalitelilerinden seçiyor. Öyle ya dağların eriyişine gözlerini kapayan, kayaların parçalanışına kulaklarını tıkayan zalimlik Ferhat’ın parmak uçlarına niye acısın ki. Düğümler mühürlü gönüller kadar sert ama Ferhat bin yıl önce olduğu kadar mert. Kanayıp kanayıp nasır tutan parmakları dağların yalçın kayalarından alışkın bu sertliğe. Haykırışlarını o tepeden bu tepeye taşıyan rüzgarlar birbiriyle yarışıyor alnında çağıldayan terleri silmek için. Rüzgarlar Ferhat’ın alnını arıyor hamura dönmesin diye tozlu hatıraların düğümlenmiş katılığında. O dermanının derdini arıyor. Dönen devlüple dertleşiyor, dertleştikçe dönüyor, döndükçe devleşiyor. Devleştikçe eğiliyor, eğildikçe devleşiyor. Şimdi dert vakti geliyor yani dermanının ilacı, ekmeğinin sancısı. 
     
Ferhat kuruyan kanının yeniden nasıra döndüğü parmaklarıyla mızrabını tutuyor. Tamburuyla dertleşiyor şimdi, teller hocamın sızısını haykırıyor. Celâl 0ğlan’ın ağdını damlatıyor pınarlarından. Yemen sıcağıyla kavuruyor yüreği yanında olanları. Kırmızı güllerin dikeni delip geçiyor nasırlarını, kanadıkça daha bir güzelleşiyor mızrabın telleri sevişi..."


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DÜKKÂN MEKTUPLARI-11 / Fazlı BAYRAM

Sevgili Ferhat Ateşin başındaki pervaneler gibi toplanırdık Yemen Türküsü’nün etrafına. Halkamızda köz, barut, silah, ilim, fikir, çiçek, çile, daha neler vardı değil mi hatırlarsın sen de. Mektubunu gördüğüm o sabah eyvah dedim, kaç gün olmuş mektup yazılalı benim haberim yok. Esef ettim böyle bir mektuptan günlerdir mahrum oluşuma. En son Ahmet Abi’nin mektubunu almıştım yıllar önce. Aldığım ilk mektup da ondandı çilehanede. Hatırlarsın halkanın köşe taşlarından biri iki sadık arkadaştı. Sen onları gitti sanınca bu senin içine oturmuş belli ki bana sarmışsın sen de. Sar sorun değil iyi oldu hatta sevindim. Ama Bir Sadık Arkadaş aramızda yoksa halka kopardı, koparmadılar, halka tamdı. Neyse işte tam etrafında halka olduğumuz, pervane pervane bir sen bir ben bir sıradakinin düştüğü ateşten Yemen vardı ya yanarak içimizi aydınlatan. Hah işte o Türküyü az önce Ali Fuata çaldım Meryem de dinledi. Neredeyse ağlıyordum, inanırsın, zor tuttum kendimi. Türkü yarım kaldı. Bir gün halka

DÜKKÂN MEKTUPLARI-34 (BUJİYE ELEKTRİK GELDİ AHMET ABİ)/Fazlı Bayram

Bu yanmaya hazır kalbe çıngı çarpması gibi Ritmik bir vâroluşun gereğinin yerine gelmesi Ya da kalbin tüm mevcudatla fark olması…   Macera, ACY nam kişi de olarak bilinen Ahmet Cihat Yıldızın, hurdalıktan çıkardığı bir motosiklete yeni bir şekil, yeni bir yüz ve yeni bir gövde takarak kullanıma hazırladığı ve iş görecek hale getirdiği motosikleti, tamamlamasıyla başladı. Ahmet Cihat uzun ve yorucu uğraşlar sonucu motosikleti tamamlamıştı fakat iki sorun vardı; birisi motosikletin egzozunun kaybolması, diğeri ise motosikletin çalışmıyor olmasıydı. Ahmet Cihatın talebi, ‘Kimseye Söylemeyenler’in de teşviki üzerine motosikletten kısmen anlayan biri olarak işe koyuldum. Önce bir egzoz temin etmek gerekirdi. Ahmet Cihat Mersin ilinde ve yöresinde benzer egzoz bulamadığını söyleyince, Kahramanmaraş’taki hurdalıkları ve tamircileri dolaşmaya başladım. İlk gün egzoz bulamamıştım. Bildiğim tanıdığım birçok esnafa uğramama rağmen aradığımız egzoz bulunamamıştı. İkinci gün yine aldığım ye

DÜKKÂN MEKTUPLARI-33 (Dükkân İlhamı) / Resul BAYRAKTAR

Bulanık Bulanık dumanlar yükseliyor Tütünler tekrar tekrar yuvarlanıyor Damarlar üşürken, yürekler ısınıyor Uykuya dalıyor zaman Muhabbet ortamına kavuşuyor Dükkânın yanık sesli Mağrur duruşlu efendisi Mehmet Yaşar Kelimelerinden ustalık taşar Güzel sesi kulaklardan aşar Taltif edemez Ahmet abi Görüşü hep onura etmeye tabi Özetler sohbeti hamur gibi karar Şifa olur sesler gönlümüze yarar Cesur bir mizaç görünüyor Duyuluyor naif sesi Beliriyor dükkânın mütevazı Türküdar'ı Emeğin asil ve koca çınarı Şuaraların fahri başkanı geliyor Bir konuya atıfta bulunuyor Her koldan bir ses büyüyor Ferhat Abi ağzında Besliyor bir kelamı Bulanık Bulanık dumanlar yükseliyor Tütünler tekrar tekrar yuvarlanıyor Damarlar üşürken yürekler ısınıyor Uykuya dalıyor zaman Kapısı çeliktir dükkanın ve de korunaklı Eşssiz hikayeler yazar Hasan Emmi her biri dokunaklı Sayın Ejderha ısıtır yürekleri sözler saçar Yoldaki kalemlerde ufuklar açar Bulanık Bulanık dumanlar yüksel