Ana içeriğe atla

DÜKKÂN MEKTUPLARI-34 (BUJİYE ELEKTRİK GELDİ AHMET ABİ)/Fazlı Bayram

Bu yanmaya hazır kalbe çıngı çarpması gibi

Ritmik bir vâroluşun gereğinin yerine gelmesi

Ya da kalbin tüm mevcudatla fark olması…

 

Macera, ACY nam kişi de olarak bilinen Ahmet Cihat Yıldızın, hurdalıktan çıkardığı bir motosiklete yeni bir şekil, yeni bir yüz ve yeni bir gövde takarak kullanıma hazırladığı ve iş görecek hale getirdiği motosikleti, tamamlamasıyla başladı. Ahmet Cihat uzun ve yorucu uğraşlar sonucu motosikleti tamamlamıştı fakat iki sorun vardı; birisi motosikletin egzozunun kaybolması, diğeri ise motosikletin çalışmıyor olmasıydı. Ahmet Cihatın talebi, ‘Kimseye Söylemeyenler’in de teşviki üzerine motosikletten kısmen anlayan biri olarak işe koyuldum. Önce bir egzoz temin etmek gerekirdi. Ahmet Cihat Mersin ilinde ve yöresinde benzer egzoz bulamadığını söyleyince, Kahramanmaraş’taki hurdalıkları ve tamircileri dolaşmaya başladım. İlk gün egzoz bulamamıştım. Bildiğim tanıdığım birçok esnafa uğramama rağmen aradığımız egzoz bulunamamıştı. İkinci gün yine aldığım yeni salıklar üzerine tamirciden tamirciye, hurdacıdan hurdacıya dolaşıp dururken Bicirik Mehmet ustada olabileceğini Topalak Ashabil ustadan öğrendim. Yanına gittiğimde, Bicirik Mehmet Usta yerde oturmuş, etrafta tamir bekleyen, birtakım parçaları sökük motorların arasında, elindeki bir parçayı tamir etmeye çalışıyordu. Selam verdim, ‘’usta bizim birader Mersinde falan motoru söküp yeni bir motor yapmış ama motorun egzozunu kaybetmiş, bize filan egzozdan lazım’’ dedim. Mehmet usta ayağa kalktı tatlı bir kahkaha attı ‘’kayıp mı etmiş, Koca egzozu? Ya hu civata falan desen tamamda koca egzoz kaybolur mu?’’ Adamın keyfi yerine gelmiş, bütün yorgunluğu geçmişti. Hakikaten o ana kadar hiç merak etmemiştim egzozun niye ve nasıl kaybolduğunu. ‘’Dur arayıp sorayım usta’’ dedim ve Ahmet Cihatı aradım. Kaybolan egzozun komik akıbetini öğrenince Mehmet ustayla beraber epey güldük. ‘’Diha şorda var bak bakalım işine yarar mı?’’ dedi. Pazarlık edip anlaştık, egzozu satın aldım.

Şimdi ikinci mesele: Bujiye neden elektrik gelmiyordu. Aşk olmazsa kalp çarpar mı Ahmet Ahmet Abi. Bu sefer de Kiraz Mehmet Ustanın dükkânının yolunu tuttum. Gerekli soruşturmayı yapıp tavsiyeleri de Kiraz Mehmet’ten aldıktan sonra elimde kocaman bir egzozla eve doğru yollandım.

Hane halkı Ahmet Cihatın tavsiyesi üzerine trenle gideceğimizi bildiği için hazırlık yapıyordu.  Elimde egzoz kapıda beni görünce çoluk çocuk hepsi güldüler. Çocuklar heyecanlıydı. İlk defa terene binecektik fakat benim aklım bujiye neden elektrik gelmediğindeydi.

Kalbin ateşi yoksa insan neye benzerdi? Çıngı olmadan kalp ateş alır mıydı? Bujiye elektrik gelmesi kalbe çıngı çarpması demekti. Geçmişte olan biten ne varsa revize edip, temizleyip, dost yüzüyle cilalayıp, ayna gibi kalbe çıngı çarpmazsa, kâinatın ritminden haberdar olmak, hatta aynı ritimle vecd halinde vâr olmak ne mümkün. Hayır, kalp çarpan çıngıyı yangınlarla kucakladı yandı yandı içerisindeki bütün kirlerden arındı diyelim. Bu sefer o küle dönüşen kötülükleri filtre etmeden sanat, edebiyat ya da musiki gibi nehirlerde yıkamadan kainata nasıl salacak.

Ve Cuma günü… Yola çıkacağımız gün. O gün dükkân. O akşam yani motorla ilgilenmeyi planladığımız akşam dükkân saatine denk gelecek. Mehmet Yaşarın bağlısı ve kadim dostu Hacı Ahmet Eralpe emanet ettiği Adana’dan geçeceğimiz vakit ise dükkânın gençleriyle ilk tütünlerin yakılacağı saate denk gelecek. Maraş’tan Mersin’e her yer dükkân Ahmet Abi.

Derken Cuma vaktinden evvel eve vardım Ahmet Abi. Eve varmadan önce de bir arkadaşımı aramıştım. Önemsediğim işleri yapmadan önce yahut hayatımı etkileyecek önemli kararları vermeden önce arayıp, sohbet edip, sesini duyup, kendimi çeki düzen ettiğim bir arkadaş. O esnada tirşik çorbası yiyormuş. Telefonda tirşik çorbası üzerine sohbet ettik; yanında bulgur pilavı. Enver Abi’nin Andırın’ın dağlarından eliyle topladığı, kalp ateşiyle pişirip Ehl-i Dükan’a, yanında bulgur pilavıyla ikram ettiği tirşik çorbası. Bilirsiniz Enver Abi her yıl zamanı gelmedi diye erteler durur. Biz gençler olarak tirşik çorbası yemek için kalp ayarımızı yapmamız gerektiğini anlarız ama kalbimizin ayarlarını yaptırıncaya kadar da zamanı geçer tirşiğin.

Geldim ya Ahmet Abi eve. Hanım tirşik çorbası ısıtıyor; yanında bulgur pilavı. Tepeden tırnağa titredim. ‘’Hayırdır dedim’’, ‘’komşu gönderdi’’ dedi. Bilirsiniz Ahmet Abi eskiden insanlar pişirdiği yemekten komşusuna ikram eder yalnız yemezdi. Pandemidir bilmem nedir bu işler modernizme kurban gitti şimdilerde o ayrı ama bendeniz önemserim bu durumu her şeye rağmen. Tirşik çorbasını kimin gönderdiğini komşuları ve hane halkını ben de tirşik çorbası yiyeyim diye kimin memur ettiğini biliyorum ama Ahmet Abi. Hasılı ziyade olsun.

Ve Cuma vakti; kutlu vakit... Dükkân Ehli’nin, Kulağı Kutlu’da değil de başka camide Cuma Namazı kıldığınızda ‘’evde mi kıldın’’ nüktesine maruz kalacağınız kutlu vakit. Mübarek Ezanı dinleyerek Mahalledeki camiye doğru adımlasam da dostların, ‘’evde mi kıldın’’ nüktelerini duyar gibiydim. Her ne kadar Kulağı Kutlu’nun bekçisi Mehmet Emmi evde Cuma olmaz dese de durum maalesef buydu.

Mehmet yaşar ve oğlu Mehmet Akif’in bizi Türkoğlu Tren Garına nakletmesiyle yolculuk başladı. Mehmet Yaşar pahalıkçı ama geçen sefer bizi başka bir yere nakletmesi sırasında, nakliye ücreti olarak ödediğim, tek nüsha ve başka yerde kaydı olmayan şiir, sanırım daha birkaç nakliyeyi öder.  

Ve tren geliyor Ahmet Abi. Çocukların heyecanlı bekleyişi daha büyük bir heyecanla yeniliyor kendini. Dağlardan, derelerden, vadilerden, ormanlardan, tünellerden, yeşilin her renginden, deliyoruz zamanı ve mekânı. Adana’dayız. Tren burada aktarma yapacak. Mersin trenine bineceğiz. İner inmez Hacı Ahmet Eralp dost kucaklıyor beni pandemiye inat. Kükreyen boğaya benzettiğim ve Hacı Ahmet’in, kafasından tek eliyle tuttuğu, ben gelene kadar öylece beklettiği Mersin treni, Hacı Ahmet bana sarılırken diğer elini boğanın başından kaldırmak durumunda kalmasıyla birlikte hemen harekete geçiyor. Bir tütün bile içemeden binip devam etmek zorunda kalıyoruz, Hacı el sallıyor.

Mersin… Akdeniz ikliminin masum liman kenti… Ahmet Cihat, ailesiyle birlikte karşılıyor bizi. Bir an evvel eve gelip başlıyoruz hummalı çalışmaya.

Bujiye elektrik gelmezse olmaz Ahmet Abi. GDH (Genç Dükkâncılar Hareketi) heyecanla bekliyor motorun çalışmasını, Akif Abi duada. Bütün uğraşlarımıza rağmen ne eksozu takabiliyoruz ne bujiye elektrik verebiliyoruz. Arızalı parça olduğunu düşünerek sabah ola hayr ola diyoruz. Hatta motosikletin motorunu söküp Maraş’a getirmeyi bile düşünüyoruz. Ahmet Cihat öfkeleniyor on iki katlı binanın damındaki küçük bir atölyede bulunan motoru, damdan aşağı atmakla tehdit ediyor. Zor aldım elinden motosikleti.

Ertesi gün, çocuklarla biraz etraf gezip ikindiye doğru eve geldik. Ahmet Cihat bir video açtı. Bizim motordaki arızayı ve tamir yöntemlerini anlatan bir video. Bu ve benzer videolardan Ahmet Cihat da ben de epeyce izlemiştik ama bu başkaydı. Aklımızda şimşekler çaktı. Ahmet Cihatla arıza konusunda kısa bir mütalaa yaptıktan sonra soluğu damdaki atölyede aldık. Haydi Bismillah, kablolar yanlış bağlanmış olabilirdi.

Kalbe çıngı yanlış yerden verilirse ateş alır mı? Hiç şehveti aşk zanneden, dünya sevgisini ve malını idealize eden, rahat yaşamayı ilke edinen, televizyondaki ekran papazlarını önder sanan, batıya özenip gâvura imrenen kalp ateş alır mı Ahmet Abi. Kalbin yollarını doğru bağlamalı Ahmet Abi.

Evet, kablolar yanlış bağlanmıştı. Deneme yanılma ve renklerin kılavuzluğuyla yeniden bağlanmalıydı. Hepsini söküp bujiye elektrik gelene kadar denedik. Ve işte gelmişti. Heyecan içinde Ahmet Cihata ‘’Bas marşa şimdi çalışsın’’ dedim. Ahmet Cihat, Bismillah deyip motorun marş koluna öyle bir bastı ki on ikinci katın damından yerin yedi kat zeminine kadar hissedildi. Motor çalışmıştı. Egzozu takmak kolay oldu. Sonra ince ayarlar, kalbin ölüm ayarı gibi ritmik bir var oluş.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DÜKKÂN MEKTUPLARI-33 (Dükkân İlhamı) / Resul BAYRAKTAR

Bulanık Bulanık dumanlar yükseliyor Tütünler tekrar tekrar yuvarlanıyor Damarlar üşürken, yürekler ısınıyor Uykuya dalıyor zaman Muhabbet ortamına kavuşuyor Dükkânın yanık sesli Mağrur duruşlu efendisi Mehmet Yaşar Kelimelerinden ustalık taşar Güzel sesi kulaklardan aşar Taltif edemez Ahmet abi Görüşü hep onura etmeye tabi Özetler sohbeti hamur gibi karar Şifa olur sesler gönlümüze yarar Cesur bir mizaç görünüyor Duyuluyor naif sesi Beliriyor dükkânın mütevazı Türküdar'ı Emeğin asil ve koca çınarı Şuaraların fahri başkanı geliyor Bir konuya atıfta bulunuyor Her koldan bir ses büyüyor Ferhat Abi ağzında Besliyor bir kelamı Bulanık Bulanık dumanlar yükseliyor Tütünler tekrar tekrar yuvarlanıyor Damarlar üşürken yürekler ısınıyor Uykuya dalıyor zaman Kapısı çeliktir dükkanın ve de korunaklı Eşssiz hikayeler yazar Hasan Emmi her biri dokunaklı Sayın Ejderha ısıtır yürekleri sözler saçar Yoldaki kalemlerde ufuklar açar Bulanık Bulanık dumanlar y...

DÜKKÂN MEKTUPLARI-28 / Hasan KEKLİKCİ

Hasan Ejderha Eliyle Ahmet Doğan İlbey Abi'ye/ Pek muhterem Ahmet Abi; evvela üzerime farz olan selamlarımı sunarım. Şahsınızda cümle Dükkâncılara da selam ederim. Kaç zamandır dostlarınızın canhıraş bir şekilde size mektuplar yazması, tebrikler atması, birbirleriyle haberler salması ve en sonunda son teknolojiyi kullanarak, sizinle canlı bağlantılar yapması karşısında, kendimi bu mektubu yazmaya mecbur bırakılmış hissetim ve siz: “Hasan bir mektup da sen gönder bana Gerçeklerden, yalanlardan haber ver. Varsın bulunmasın içinde mânâ Falanlardan-filanlardan haber ver.” Demeden ben bilgisayarın başına geçtim. Gerçi yazmasam da; yarın bu kara bulutlar dağılıp üzerimize güneş doğduğunda, gözü olanın ışığı gördüğünde siz, “Bir mektubunuzu da değmedik Hasan Bey” diye kahretmezsiniz; ama olsun, bunca yıllık emeğiniz var üzerimizde. Aslına bakarsanız bu salgından dolayı uygulanan kısıtlamalardan korkarak, kaçak-göçek bir şekilde köye gelmiştim. Buradan size bir mekt...

DÜKKÂN MEKTUPLARI-30 / Musa YILDIZ

Sanal Olmayan Reel Amet Ağbi’ye Sunulmak Üzere Mektubumdur Mehmet Muharremoğlu Eliyle                                                                                    Ahmet ağbi evin balkonuna çıkıp Sır barajı üstünden Batı köylerine doğru bakıyorum, sizin köylere doğru. Dağlar, karşı yamaçlar ne kadar da berrak gözüküyor bugün, bizim o iki Hasanın köylerine aşan yollar gözüküyor, nerdeyse yol kenarındaki çam ağaçları sayılacak kadar net ve berrak. Birde şehrin üzerine doğru baktım orası da dumduru berraklıkta ve net. İlk defa tabiatı doğal renkleriyle görüyorum. Bugüne kadar hep gözlerimi suçluyordum, dünyayı hep sisli, puslu, dumanlı ve kirli görüyor diye. Meğerse suç gözlerimde değil doğanın kendisindeymiş. Meğerse dünya kirliymiş.      ...