Ana içeriğe atla

DÜKKAN MEKTUPLARI-3 / Casım ÇOBAN


Dükkân iki hece, Rıdvan’ım lâfta!
 Hasan EJDERHA ile Casım bir safta! 
Bir de atölyeciler ve Üdeba, ser divanda...
Halini düşünüp yanma Rıdvan’ım! 
Tayin mi? .. Belki... Daha emekli olmadın!

Aziz Dost! Sitayişte bulunup da “Dostum! Istanbul’u mesken mi tuttun? Gördün güzelleri, unuttun bizi” demeyeceğim elbette. Bilirim ki sen Hasan EJDERHA’nın nazarında “darasız, cilasız” bir adamsın. Vefa sende nişanedir.

Takvimler sen gittikten sonra iki kez daha onikişubat gününün kurtuluş olduğunu kayda geçti. Şehrin tüm mahallelerinden başlarında keşe, boyunlarında poşi, sırtlarında gömlek ve aba, bellerinde kuşak, ayaklarında şalvar ve yemenisiyle Trabzon Caddesine gelen çeteler 1920 yılının 12 Şubatındaki gaza aşkıyla Fransızları yeniden şehirden kovdular. Gel gör ki aramızdaki yokluğuna çare bulamadılar. 
  
Sen gittikten sonra Kahramanmaraş değişti mi bilmiyorum. Çünkü sensiz Kanlıdere Caddesinden geçip sıralı ağaçlar altında soluklanmıyorum.

Kocabaş Konağının önünden çocuk bahçesine çıkmıyorum artık.

İt ürümezin tepesinden kaleye nazır bir “hu” çekmiyorum.

Kuytu, sapa eski Maraş mahallelerinde çıkmaz sokakların sükûtunu aramıyorum.

 Çıkmaz diye girdiğimiz sokakların çıktığı büyük meydanlardaki çocukların oynadığı oyunlara, eğlenceli gürültülerine hasret duymuyorum.

Ecdat yadigârı eserlerin banilerinin ve mimarlarının hayatlarını merak etmiyorum.

 Yüzyıllık eserlerin taş duvarlarına ellerimi sürüp de asırları aşmak istemiyorum.

Sütçü İmam’ın türbesini ziyaret ettikten sonra ayaklarım artık beni Yeryüzü Sahaf’a götürmüyor. Mustafa ağabeyi hep ihmal ediyorum. Ne bakkal önünde Niğde gazozu ısmarlıyorum, ne de şehrin en meşhur mekânında kendime salep ısmarlıyorum. Sen Istanbul’dayken. Yani sen yokken Maraş’ta gözden kayboluyor.

Şeyh Galip’in yoldaşı kıymetli dostum! Sen gittikten sonra tek yaptığım imkân buldukça dükkâna gidip demlenmek oluyor. Hasan ağabeyin yerli ve milli hikâyeleri ehl-i dükkânı demlenmeye hazır hale getiriyor ilkin. Atölyeci gençler üdeba ile çuşa geliyor. Ahmet Doğan İlbey ağabey her zamanki gibi girişte solda, hemen kapının yanında oturuyor. Ahmet Doğan İlbey ağabeyi ne zaman kapının yanında oturuyor görsem, ashabı güzinin namazda saf tuttuklarında “Rasulullah (s.a.v) saflarda bizi aramasın” diye safta hep aynı yerde durmaları, geliyor aklıma. Enver Hoca polar battaniyesi ile köşede istirahatinden ödün vermiyor. Ferhat tambur icrasında yol alma gayretinde. Bir Cuma kapısı gecesi fahri hemşerim Mehmet YAŞAR’ın Antep’ten saz ustası akrabaları gelmişti de dükkâna, Topal Abdo’nun uzun havasını okumuşlardı. Uzun havada Topal Abdo’yu vuran kurşunlar yokluğunda dükkânın tavanlarını vuruyorlardı.

 Geçenlerde bilvesile Hasan EJDERHA ağabeyi ziyarete gittim. “Ahh! Rıdvan’ım burada olsa kahvaltı yapardık” dedi, yaramı kanatmak için. En çok da Mehmet YAŞAR mustaripmiş senin olmayışından. “Rıdvan Maraş’ta vazifeliyken ne güzel hep patatesli börek ve bazlama yiyorduk” diye sitemde bulunuyormuş. Yani sen gidince hallerinden hâllendiklerimiz de aç kalmaya başladı.

Istanbul’da talim gören, atölyeden ders arkadaşlarımız Enbiya, Miraç, Ensar ve Cihan’a rast geldim dükkânda. Onları eyice tembihledim “Rıdvan ağabeyinizi Istanbul’da yalnız komayasınız” diye. Onlar yola çıkarken her birine Ayetelkürsi okuyup üfledim. Gelirken sana Maraş’ın o sevdiğimiz bahar yelini getirsinler, diye.  
      
Gönlü baharda esen Maraş yeline sevdalı kardeşim! Ehli dükkân ehli gureba’dır, malumun. Ne makam vardır ne de mevki. Yoksa hiç koyarlar mıydı sahipsiz seni. Kahramanmaraş’a dönmek için Engürü’ye yolladığın arzuhalinin sümen altında kalmasına hiçbirinin gönlü razı olmaz elbet. Ama gel gör ki ehli dükkânın Engürü’de ne dayısı ne emmisi vardır, pirimiz hacı Bayram’dan gayri.

Rıdvan’ım, sevinin, ümitler serde!
 Avdet etsen de sevinin, etmesen de,
Sanma bu yalnızlık kalır yeryüzünde!
 Kahramanmaraş, elbet bizim, elbet bizimdir!
 Gün doğmuş, gün batmış, dükkân bizimdir!

                                                           Baki selam ve muhabbetle...
18 Şubat 2019 Malik EJDER türbesinde.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DÜKKÂN MEKTUPLARI-33 (Dükkân İlhamı) / Resul BAYRAKTAR

Bulanık Bulanık dumanlar yükseliyor Tütünler tekrar tekrar yuvarlanıyor Damarlar üşürken, yürekler ısınıyor Uykuya dalıyor zaman Muhabbet ortamına kavuşuyor Dükkânın yanık sesli Mağrur duruşlu efendisi Mehmet Yaşar Kelimelerinden ustalık taşar Güzel sesi kulaklardan aşar Taltif edemez Ahmet abi Görüşü hep onura etmeye tabi Özetler sohbeti hamur gibi karar Şifa olur sesler gönlümüze yarar Cesur bir mizaç görünüyor Duyuluyor naif sesi Beliriyor dükkânın mütevazı Türküdar'ı Emeğin asil ve koca çınarı Şuaraların fahri başkanı geliyor Bir konuya atıfta bulunuyor Her koldan bir ses büyüyor Ferhat Abi ağzında Besliyor bir kelamı Bulanık Bulanık dumanlar yükseliyor Tütünler tekrar tekrar yuvarlanıyor Damarlar üşürken yürekler ısınıyor Uykuya dalıyor zaman Kapısı çeliktir dükkanın ve de korunaklı Eşssiz hikayeler yazar Hasan Emmi her biri dokunaklı Sayın Ejderha ısıtır yürekleri sözler saçar Yoldaki kalemlerde ufuklar açar Bulanık Bulanık dumanlar y...

DÜKKÂN MEKTUPLARI-28 / Hasan KEKLİKCİ

Hasan Ejderha Eliyle Ahmet Doğan İlbey Abi'ye/ Pek muhterem Ahmet Abi; evvela üzerime farz olan selamlarımı sunarım. Şahsınızda cümle Dükkâncılara da selam ederim. Kaç zamandır dostlarınızın canhıraş bir şekilde size mektuplar yazması, tebrikler atması, birbirleriyle haberler salması ve en sonunda son teknolojiyi kullanarak, sizinle canlı bağlantılar yapması karşısında, kendimi bu mektubu yazmaya mecbur bırakılmış hissetim ve siz: “Hasan bir mektup da sen gönder bana Gerçeklerden, yalanlardan haber ver. Varsın bulunmasın içinde mânâ Falanlardan-filanlardan haber ver.” Demeden ben bilgisayarın başına geçtim. Gerçi yazmasam da; yarın bu kara bulutlar dağılıp üzerimize güneş doğduğunda, gözü olanın ışığı gördüğünde siz, “Bir mektubunuzu da değmedik Hasan Bey” diye kahretmezsiniz; ama olsun, bunca yıllık emeğiniz var üzerimizde. Aslına bakarsanız bu salgından dolayı uygulanan kısıtlamalardan korkarak, kaçak-göçek bir şekilde köye gelmiştim. Buradan size bir mekt...

DÜKKÂN MEKTUPLARI-31 / H. Ahmet ERALP

Tercümanın Saçlarına Şerh Denemesi Tercümanlarınızdan tek şair olanı, saçları değirmende ağıranı, eli mızrap tutup onu da tambur tellerine vuranı, Nahırönü’nün tek Ferhat’ı, “İhtiyar bakışlarımın müsebbibi ağır taşlardır” demiş. Bu dizeler bin yıllık hakikati çağrıştırıyor değil mi Ahmet abi. Ferhat deyince akla önce dağların heybeti sonra da taşların sesi gelmez mi? Çeliğin taşlara her değişinde kıvılcım olup aydınlattığı yalan dünya, sonra taştan daha katı kalplere yönelip her vuruşunda kıvılcımsız çarpışmalara sahne olan mahzun dağlar. Ferhat’ın serencamı değirmende devam ediyor Ahmet abi. İnsanlık ne ağaran saçları ne de ihtiyar bakışları anlamadı. Dağlar delindikçe saçları ağardı Ferhat’ın, kayalar koptukça kıvılcım kıvılcım bakışları ihtiyarladı. Şimdi kayalarda kaybolup değirmende raks ediyor.  Gönlünü eritip çeliğe akıtan, taşlara vurdukça cümle gönüllerden ses bekleyen ama tek bir nefes işitmeyen Ferhat, şimdilerde derdini buğdaylara anlatıyor....