Ana içeriğe atla

DÜKKÂN MEKTUPLARI-11 / Fazlı BAYRAM


Sevgili Ferhat

Ateşin başındaki pervaneler gibi toplanırdık Yemen Türküsü’nün etrafına. Halkamızda köz, barut, silah, ilim, fikir, çiçek, çile, daha neler vardı değil mi hatırlarsın sen de. Mektubunu gördüğüm o sabah eyvah dedim, kaç gün olmuş mektup yazılalı benim haberim yok. Esef ettim böyle bir mektuptan günlerdir mahrum oluşuma. En son Ahmet Abi’nin mektubunu almıştım yıllar önce. Aldığım ilk mektup da ondandı çilehanede. Hatırlarsın halkanın köşe taşlarından biri iki sadık arkadaştı. Sen onları gitti sanınca bu senin içine oturmuş belli ki bana sarmışsın sen de. Sar sorun değil iyi oldu hatta sevindim. Ama Bir Sadık Arkadaş aramızda yoksa halka kopardı, koparmadılar, halka tamdı. Neyse işte tam etrafında halka olduğumuz, pervane pervane bir sen bir ben bir sıradakinin düştüğü ateşten Yemen vardı ya yanarak içimizi aydınlatan. Hah işte o Türküyü az önce Ali Fuata çaldım Meryem de dinledi. Neredeyse ağlıyordum, inanırsın, zor tuttum kendimi. Türkü yarım kaldı. Bir gün halkada tutamayıp dışarı kaçmıştım hocamda varken hem de.

Mektubunu alınca ayaklarım kaydı nefis böyle işte iltifata dayanamaz. Ulan dedim, ben de okkalı bir şiir yazayım, hiç altta kalır mıyım, yok dedim sonra, şiiri bırakmalı. Mektup? Mektup olur mu abi gece yarılarına kadar dikine aşağı yaz babam yaz, erindim. Hasılı bir yol bulamadım. Hâlim hâlden hâle sürekli değiştiği için mektubu yazdığın zamanlar da öyleydim, yani yaklaşık olarak, ama şimdi başka. Şimdi bugünden o güne cevap versem ne kadar doğru olur. Bilemedim. Özenle seçilmiş kelimeler, inci gibi yazı, noktalama işaretleri muntazam – ben de bunu anlamıyorum edem noktalı virgül filan yerde virgül gibi falan yerde nokta gibi işlev görürmüş de oldu bitti sevmem noktadan başka bir şeyi yazdın mı söz biter abi icraat başlar. O yüzden nokta cümlenin bitişi hareketin başıdır. Cümle bitti mi ayağa kalkarız biz Türkler.- edebi bir mektup, “de”nin “da”nın yazılışına da dikkat ederekten. O da değil edem mesele. Mehmet Yaşar şimdi buna cık olmamış, Raşit bir tarafından çeker, Hasan abi desen ben onun torpillisiyim öve öve bitiremez, Memduh hocam biraz kaş çatar o benim öteden beri bu yazma çizme işlerinde pek başarılı olamayacağımı düşünür. Derken Ahmet Abi kaldı geriye, sağ olsun bir o, ‘’edem eline sağlık’’ der. Der demesine de içi içine sığmaz insanın. Ne büyük heyecan değil mi Ahmet Abi’nin, insanın mektubunu, şiirini, düz yazısını ne ise işte, ne yazdıysan onu mütalaa ederek ‘’edem eline sağlık’’ diye söze başlaması. Ne zevk değil mi. O yüzden iki üç cümleyi bir araya getiren, koştur koştur Ahmet Abi’ye götürür önce, ya da ilk mail O’na. Baktım mektup da telaşlı. Hem ben karşıyım bu mektup işinin Dükkân dışına taşmasına. Dükkânın mahremiyetini ortaya koyuyor. Hatta Üdebanın bu işi projelendirmesine, Hasan Abinin de Yoldaki Kalemler’de ifşa etmesine pek razı değilim kendilerine söyleyemesem de. İyisi mi dedim ben de Ahmet Abi gibi diyeyim: Edem eline sağlık.

Hülâsâ-i kelam – burası Üdabânın yazıları gibi oldu. Etkilenmiyorum desem yalan olur Üdebadan. Olsun canımız O da sonuçta bizim. İnsan en çok da kendi canına kıyıyor.- benim pek zafiyetim yok bilirsin. Tehlikeli durumların kıyısında olmaktan keyif alırım. Motorculuktan kalma huyum bu. Korktuğum şeyin üstüne gitmeyi severim, ta ki onun korkulacak bir şey olmadığını görene kadar. –şartlar önemli tabi- Ama mektubuna zafiyet göstermedim desem yalan olur. İnanırsın nefsim arş-ı âlâya yükseldi kendimi bir halt zannediyordum neredeyse. Neyse ‘’eline sağlık edem’’ uygun zaman olursa mektubuna cevap yazarım şiiri bıraktım biliyorsun düz yazı da uzun iş vesselam. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DÜKKÂN MEKTUPLARI-33 (Dükkân İlhamı) / Resul BAYRAKTAR

Bulanık Bulanık dumanlar yükseliyor Tütünler tekrar tekrar yuvarlanıyor Damarlar üşürken, yürekler ısınıyor Uykuya dalıyor zaman Muhabbet ortamına kavuşuyor Dükkânın yanık sesli Mağrur duruşlu efendisi Mehmet Yaşar Kelimelerinden ustalık taşar Güzel sesi kulaklardan aşar Taltif edemez Ahmet abi Görüşü hep onura etmeye tabi Özetler sohbeti hamur gibi karar Şifa olur sesler gönlümüze yarar Cesur bir mizaç görünüyor Duyuluyor naif sesi Beliriyor dükkânın mütevazı Türküdar'ı Emeğin asil ve koca çınarı Şuaraların fahri başkanı geliyor Bir konuya atıfta bulunuyor Her koldan bir ses büyüyor Ferhat Abi ağzında Besliyor bir kelamı Bulanık Bulanık dumanlar yükseliyor Tütünler tekrar tekrar yuvarlanıyor Damarlar üşürken yürekler ısınıyor Uykuya dalıyor zaman Kapısı çeliktir dükkanın ve de korunaklı Eşssiz hikayeler yazar Hasan Emmi her biri dokunaklı Sayın Ejderha ısıtır yürekleri sözler saçar Yoldaki kalemlerde ufuklar açar Bulanık Bulanık dumanlar y...

DÜKKÂN MEKTUPLARI-28 / Hasan KEKLİKCİ

Hasan Ejderha Eliyle Ahmet Doğan İlbey Abi'ye/ Pek muhterem Ahmet Abi; evvela üzerime farz olan selamlarımı sunarım. Şahsınızda cümle Dükkâncılara da selam ederim. Kaç zamandır dostlarınızın canhıraş bir şekilde size mektuplar yazması, tebrikler atması, birbirleriyle haberler salması ve en sonunda son teknolojiyi kullanarak, sizinle canlı bağlantılar yapması karşısında, kendimi bu mektubu yazmaya mecbur bırakılmış hissetim ve siz: “Hasan bir mektup da sen gönder bana Gerçeklerden, yalanlardan haber ver. Varsın bulunmasın içinde mânâ Falanlardan-filanlardan haber ver.” Demeden ben bilgisayarın başına geçtim. Gerçi yazmasam da; yarın bu kara bulutlar dağılıp üzerimize güneş doğduğunda, gözü olanın ışığı gördüğünde siz, “Bir mektubunuzu da değmedik Hasan Bey” diye kahretmezsiniz; ama olsun, bunca yıllık emeğiniz var üzerimizde. Aslına bakarsanız bu salgından dolayı uygulanan kısıtlamalardan korkarak, kaçak-göçek bir şekilde köye gelmiştim. Buradan size bir mekt...

DÜKKÂN MEKTUPLARI-31 / H. Ahmet ERALP

Tercümanın Saçlarına Şerh Denemesi Tercümanlarınızdan tek şair olanı, saçları değirmende ağıranı, eli mızrap tutup onu da tambur tellerine vuranı, Nahırönü’nün tek Ferhat’ı, “İhtiyar bakışlarımın müsebbibi ağır taşlardır” demiş. Bu dizeler bin yıllık hakikati çağrıştırıyor değil mi Ahmet abi. Ferhat deyince akla önce dağların heybeti sonra da taşların sesi gelmez mi? Çeliğin taşlara her değişinde kıvılcım olup aydınlattığı yalan dünya, sonra taştan daha katı kalplere yönelip her vuruşunda kıvılcımsız çarpışmalara sahne olan mahzun dağlar. Ferhat’ın serencamı değirmende devam ediyor Ahmet abi. İnsanlık ne ağaran saçları ne de ihtiyar bakışları anlamadı. Dağlar delindikçe saçları ağardı Ferhat’ın, kayalar koptukça kıvılcım kıvılcım bakışları ihtiyarladı. Şimdi kayalarda kaybolup değirmende raks ediyor.  Gönlünü eritip çeliğe akıtan, taşlara vurdukça cümle gönüllerden ses bekleyen ama tek bir nefes işitmeyen Ferhat, şimdilerde derdini buğdaylara anlatıyor....